top of page
  • Yazarın fotoğrafıİpek Kılıç

Harlem Rönesansı

1865’te Amerikan İç Savaş ile kölelik resmi olarak her ne kadar kaldırıldıysa da toplum özellikle de güneyli arazi sahipleri bu fikirle çok barışık olmadılar. Köleliğin kaldırılması Afro-Amerikalılar için bir çok adaletsizliği, baskıyı, İkinci ve tabii ki ayrımcılığı beraberinde getirmiştir. Siyasi haklarının ve söz haklarının olmaması Afro-Amerikalıları gruplaşmaya hatta çeteleşmeye kadar itmiştir.


İlerleyen yıllarda Sanayi Devrimi, Amerika’nın kuzey kesimlerinde yaşayan Afro-Amerikalıların ‘’Büyük Göç’’ oluşumuna sebep oldu. Bu Büyük Göç çok uzun olmayan Amerikan tarihinde önemli bir rol oynamış olacak ki ‘’ yeniden doğuş’’ için gereken ortam oluşturulmuş oldu.

Kuzey Carolina (1914)

Bu durum Afro-Amerikalılar için yeni iş fırsatları, her yönden daha iyi bir yaşam standardı sunuyor demekti. Dolayısıyla milyonlarca güneyli siyahi, akın akın New York dahil diğer kuzeydeki şehirlere göç ettiler. 1800’ler sonrasında yeniden yapılanma döneminin zorluklarına dayandıktan sonra sözde özgürlüklerine henüz kavuşan güneyli siyahiler, 19. yüzyılın başlarında en çok New York’taki Harlem semtine konumlandılar. Bununla beraber Amerika’nın sanayideki gelişimi Avrupa’dan yoksul beyaz göçmenlerin de dikkatini çekmişti.

Harlem, New York (1926)

Öyle ki, Harlem semti hem Avrupalı yoksullara hem de Afro-Amerikalılara ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Yeni gelen siyahilerle aynı ortamda yaşamak istemeyen Harlem sakinleri evlerini satmaya başladılar. 20. yüzyıla gelindiğinde ise tam olarak gettoya dönüşmüş, siyahiler emlak sektöründe bir atılım yaparak zenginleşmeye başlamışlardı. Halen güneyden gelen siyahilere ise ucuza evleri kiralıyorlardı.


(Harlem, dönemin kaynaklarına bakıldığında 175 bin siyaha ev sahipliği yaptığı bilinir.)


1920’li yıllarda artık Harlem’de yayınevleri, müzik şirketleri, tiyatrolar, gece kulüpleri, gazeteler gibi kültür sanat kanalları Afro-Amerikalıların tekeline geçmeye başlamıştı. Çekilen acılar, yapılan haksızlıklar, köleleştirilmiş atalar, onları sanata itmiş ve Harlem Rönesans’ın ortaya çıkmasının yegane sebebi olmuştur. Bir çok sanat dallarında atılım yapan Afro-Amerikalılar artık Harlem’de sanatçı, entellektüel, yazar, ve onları finanse eden zengin siyahiler olarak yaşıyorlardı.


Afro-Amerika edebiyatındaki en üst nokta kabul edilen dönem, W.E.B. Du Bois’in “Siyah elitler, siyah halkı özgürlüğe giden yolda eğitmelidirler.” öğretisini yaymasıyla, yaptıkları sanatı, sanat eserlerini, insanlıklarını ve eşitliklerini kanıtlamak için bir yol olarak görüp, beyazların önyargılarına karşı savaşmaya çalıştılar. James Weldon Johnson, Nella Larsen ve Zora Neale Hurtson, Countee Cullen gibi yazarlar dönemin ünlü edebiyatçılarıdır. Jazz ve Blues gibi müzik türleri tam olarak bu dönemde sükse yaptı ve sözlerin anlam kazanması bu öğretiyle anlam buldu. Aslında Jazz daha öncesinde kök salmıştı ancak ilk olarak pazarlanabilir ve ulusal bir meta halinde yayılım göstermesi bu dönemde gerçekleşti. Radyo ve sinemalarda çalınmaya başladığı yer ise New York’tu. Bu yüzden New York, Jazz müziğin ulusal eğlence endüstrilerine erken dönem katıldığı yer oldu. Jazz ve Blues sözleri yazılırken edebiyattan yararlandı. Langston Hughes gibi şairler de Jazz müziğin ritimlerini kullanarak Blues formunda şiirler yazdı. Luis Armstron, Duke Ellington Faths Waller, Paul Robeson, Bessie Smith dönemin usta sanatçılarından sadece bazılarıdır.


Langston Hughes (1936) - W.E.B. Du Bois (1918)

Harlem Rönesans’ın resim alanında yükselişi 1930’lu yıllarda oldu. 1929’da Modern Sanat Müzesi dahil yeni galeriler, okullar, müzeler ve sanat eğitim merkezleri açıldı. Siyahi sanatçılar için en önemlisi Sanat ve El Sanatları Okulu’ydu. Harlem Topluluk Sanat Merkezi açıldıktan sonra ise yapılan anlaşmalar ve federal sanat projeleri, siyahi sanatçıların gelişimine eşi görülmemiş bir cesaretlendirme düzeyi vermiş, arkalarından gelen sanatçılara öncü olmuşlardır.

Harlem Topluluk Sanat Merkezi (1938)

‘’Afro-Amerikan sanatın babası’’ olarak bilinen Aaron Douglas, sanat hayatına önce manzara ressamı olarak başlamış daha sonrasında ise kübizm gibi modern sanat akımına geçerek Afrika maskelerini, Kongo, Senegal, Benin’deki heykellerini yorumlamıştır. Charles Alton, Harlem duvarlarına resimler yaparak sanatını sokağa taşıdı ve aynı zamanda kendisinin Martin Luther King. Jr. büstü Beyaz Saray’da sergilendi. Afrika’ya ilgi sadece Harlem Rönesansı ile değil 1922’de Kral Tutankamon’un mezarının keşfiyle de arttı ve halkın ilgisini çekti. Bu nedenle Harlem Rönesansı döneminde Mısır heykel ve kabartmaları eserlerde çokça görülen unsur oldu.

Aaron Douglas (1934)

Harlem Rönesans’ı sadece basit bir sanatsal hareket olmadı, rönesansın taşıdığı yeniden doğuş ve köklere özgün bir şekilde dönüş anlamını üstlendi ve Afrika kültürünü denizaşırı topraklara taşımış oldu. Afrika’nın felsefi, kültürel ve sanatsal olarak 20. yüzyıl Amerikan burjuva baskısına başkaldırı oldu. Sanatın diliyle kendi değerlerini kullanmış, ’’ Biz burdayız’’ diyerek sosyal yapıda yerini almayı amaçlamış oldu. Henüz oluşan Amerikan kültürüyle sentezlenerek başka kültürel bir dönem yarattı. Sadece Amerika değil Avrupa’daki sanatçılar için de bu, sanatsal direnişin çağrısıydı. Harlem Rönesansı’nın dünya sahnesinde yerini alması bu açıdan önemlidir. Çünkü güçlü, dinamik ve özgündü.


Sanat Hukuku Enstitüsü

Proje Direktörü

İpek Kılıç

bottom of page