Bizlerin hayatında insanca yaşayabilmek, saygı görebilmek elde edilmesi gereken bir zafer sayılıyor, mücadelesi verilmeyen hiçbir şey kadınlara reva görülmüyor. İçinden bir türlü çıkamadığımız bu düzen süratle işlemeye devam ederken bizler geçen zamandan habersiz, her türlü zalimliği, gerçekleştiği birkaç güne münhasır şiddetle lanetliyoruz. Dövülmek, vurulmak, kesilmek, yakılmak en fazla iki kapı uzağımıza denk düşüyor. Yaşamak faaliyetinin bir mucizeye evrildiği bu yerden geriye dönüp baktığımızda, kadınların kişilikleri, bedenleri, hakları ve özgürlükleri adına verdikleri devamlı mücadeleyle karşılaşıyoruz. Sanat, bu mücadelenin etkisini aktarmakta özne olurken bir yandan da bizleri insanlığın gelişimindeki ahlaki noksanlıklarla baş başa bırakıyor.
*Medusa, yaşamına çok güzel bir genç kız olarak başlamıştır. O kadar güzeldir ki Zeus’un kızı Athena’nın bile kıskançlığını üzerine çekmiştir. Poseidon, ona saplantılı bir hayranlık beslemektedir. Hatta küstahça bir cürette bulunarak, bir gün Athena’nın tapınağında Medusa’ya tecavüz etmiştir. Athena, kendi tapınağında işlenen bu olayı aşağılayıcı bulup Medusa’yı bir canavara çevirmiştir. Yani mağdur Medusa, işlenen suçun gazabını üzerinde bulmuştur. Athena, uyguladığı bu cezayı az bulmuş ve Perseus’la iş birliği yaparak Medusa’nın başını kestirmiştir.
Luciano Garbati’nin yaptığı bu heykelde ise kendisini savunmak zorunda kalan Medusa’nın elinde, kendisini öldürmek için gelen Perseus’un başı bulunmaktadır. Eski Cellini’nin heykelinde Perseus, muzaffer bir sıfatla tasvir edilirken bu heykelde, zafer kazanmış bir kadın yerine ‘kendini savunmak uğruna’ elini kana bulamış Medusa’nın hoşnutsuz yüz ifadesi bize görünmektedir.
*Hijo de la Luna (Ay’ın Oğlu) şarkısı, eski Latin efsanesinden kaynağını alan bir İspanyol baladına dayanmaktadır. Efsaneye göre bir kadın evlenmek için aya dua etmiştir. Ay ise bu dileğinin karşılığında kadının ilk çocuğunu kendisine vermesini şart koşmuştur. Kadın, yuva kurabilmek için bu koşulu kabul etmiş ve istediği erkekle evlenmiştir. Ardından bebekleri olmuş, çocuk albino olarak doğmuştur. Ay, çocuğu daha doğarken sahiplenmiştir. Ancak çocuğun babası esmer tenli olduğundan doğan çocuğun kendisinden olmadığını, aldatıldığını düşünmüş, eşini hiç dinlemeden eline aldığı bıçakla onu katletmiştir. Çocuğu da dağın tepesinde bırakarak ölüme terk etmiştir. Lakin ay, bebeği yanına almış ve ona hayat bahşetmiştir. Efsanelerden kaynağını alan bu anlatı ne yazık ki günümüz 21. yüzyılında bile bize tanıdık gelmektedir.
İnsanoğlunun tarih öncesinden beri getirdiği kirli bir alışkanlık var: Güçlüye itaat edildiğini gören erk sahibinin, şiddeti araç olarak kullanılması ve bunu legalize ederken yine kendi gücünden yola çıkması. Güçlü olmak eğitilmemiş insanda üstünlük istenci uyandırıyor ve ardından bu arzuyu karşılamak için şiddet tercih ediliyor. Bin yıllar, insanı doğadan koparıp çitlerle çevrili evlere, oradan da dev metropollere yerleştirmiş ama insan bilincine, cinsiyet eşitliğini ve empatiyi hala yerleştirememişe benziyor. Bakın bu 3 farklı türdeki eser ayrı dönemlerde üretilmesine rağmen aynı sorunlardan söz ediyor. Ahlaki evrim denen bir şey varsa biz daha başladığımız noktadayız. Gözlerinizi kapamayın dostlar. Kadınlar, hala statü eşitliklerinin kabul görmediği, haksızca suçlandıkları, zulme uğradıkları hatta katledildikleri bu dünyayla mücadele ediyor!
Sanat Hukuku Enstitüsü
Proje Direktörleri
Gamze Elif Okşaş & Ege Ergün
Comments