top of page
Doğan Arslan

Hidrojen Bombasına Karşı Kürt Hançeri - Ahmed Arif

Anadolunun yüzyıllardır sürdürdüğü şiir geleneğini modern şiire taşıyan Ahmed Arif, toplumcu gerçekçi şairler arasında kendine has söylemi ve kültürü ile kurduğu ilişki sebebiyle birçok yönden ayrılmaktadır. Sokak dilini, argoyu, destanları, efsaneleri şiirine yerleştirmesiyle Ahmed Arif’in şiiri tam manasıyla gerçektir yahut kendi deyimiyle “harbi” bir şiiridir.


Orhan Veli gibi yazmanın moda olduğu bir dönemde kendi deyimiyle “biraz yaratılış gereği, biraz da şiirin gıdıklama, alay ve ucuz espri ile bağdaşmayacağı” düşüncesi ile Ahmed Arif bu şiir anlayışına hiç yaklaşmamıştır. O, kendini küçük burjuva değil de sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin çocuğu olarak görmektedir. Bu yönüyle Ahmed Arif’i halkın duygularına daha yakın bir şiir anlayışı ile görmekteyiz.


“Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.

Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,

Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık…

Ve zehir zıkkım cıgaram.

Gene bir cehennem var yastığımda,

Gel artık…”


Ahmed Arif’in şiirinin belki de en önemli yönlerinden birisi yazdıklarının bir duygunun aktarımından ziyade yaşanmışlıkların dışa vurumudur. Şiirinin özgün yönlerinden birini oluşturan bu unsurla birlikte Ahmed Arif, toplumcu gerçekçiler arasında Nazım Hikmet’in ardından gelip, onunla aynı hedefe yürürken şiirini başka yollardan geçirmeyi bilmiştir. “Nazım gibi şiir yazmak” ile “Nazım’dan sonra şiir yazmak” ayrımının farkında olan Ahmed Arif kendisine has bir söylem oluşturmayı başarmıştır. Nitekim Nazım Hikmet’in şiirinde Mayakovski’yi görmek mümkünken Ahmed Arif’in şiirinde Dadaloğlu’nu görmek mümkündür. Nazım Hikmet’in şiirinde şehir esintileri varken Ahmed Arif’in şiirinde dağ fırtınaları kopmaktadır.


“Bu dağ Mengene dağıdır

Tanyeri atanda Van’da

Bu dağ Nemrut yavrusudur.”


Ahmed Arif’in şiiri gelenekten beslenmekle yetinmekten ziyade geleneğin içinde doğmuş, gelenekle yoğrulmuş bir şiirdir. Örneğin “Diyarbakır Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi” şiirinde geleneğin insan ve toplumsal yaşam konusundaki etkisini vurgulamıştır.


“Doğdun,

Üç gün aç tuttuk

Üç gün meme vermedik sana

Adiloş Bebem,

Hasta düşmeyesin diye,

Töremiz böyle diye,

Saldır şimdi memeye,

Saldır da büyü”


Öte yandan Ahmed Arif’in şiirinde sık sık halk söyleşilerine rastlamak da mümkündür. Kendisine yöneltilen “Dilimizde etkili olan ama şiirimizde kolay rastlanmayan sözcükleriniz var. Bu tazeliği nasıl yakaladınız?” sorusunu “Bir ben bileceğim/ Oysa ne âfât sevdim” dizeleri üzerinden açıklamıştır. Açıklamasına göre âfât “korkunç, kahredici” gibi kelimelerin yetersiz olduğu durumlardan kullanılmaktadır. Ahmed Arif de “Çok sevdim, yürekten sevdim” demek yerine şiir yükü bakımından yoğunluk oluşturacak âfât kelimesini kullanmıştır. Yine aynı soruyu şu örnekle pekiştirmiştir: “Olancası bir tutam can/ kadasına, belasına sunduğum” Esasında “olanca” sözcüğü “topu topu” demektir. Şiir yoğunluğu bakımından Ahmed Arif’e göre “topu topu” ifadesini kullanmak yetersiz kalacaktır. Yine “kada” kelimesi şiirsel yoğunluk açısından daha etkili bulan Ahmed Arif “apansız gelen bela, kara yazgı” anlamına gelen bu kelimeyi kullanmıştır.


“Haberin var mı?

Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,

Karanfil kokuyor cıgaram

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…”


Bu zamana kadar en çok okunan şiir kitaplarından olan “Hasretinden Prangalar Eskittim” kitabının hâlâ güncelliğini korumasının belki de en büyük sebebi insanımızın derinlerinde yatan duyguları harekete geçirmesindendir. Büyük şehirlerin insanlarını hayatlarının yoğunluğundan çıkarıp bir dağın başına dikmesindendir Ahmed Arif’in şiirlerinin tadı.


Sanat Hukuku Enstitüsü Proje Direktörü

Doğan Arslan

Comentarios


bottom of page