“The Lady of Shalott” Kral Arthur ve Kral Arthur hakkında efsanelerin geçtiği yer olan Camelot’a giden yol boyunca akan bir nehir üzerindeki ada olan Shalott’taki bir kulede yaşayan Elaine’in resimlere, şiirlere ilham olan trajik hikayesini anlatıyor. Loreena McKennitt’ın sesinden “The Lady of Shalott” müziği ile beraber okumanızı tavsiye eder, keyifli okumalar dilerim.
Dönemin şairi Alfred Tennyson 1800’lü yılların İngilteresinde Birleşik krallığın devlet şairiydi. Kral Arthur efsanesine dayanarak yazdığı şiirde Elaine’in hikayesini anlatarak günümüze gelmesini sağlamıştır. 13.yüzyıldan kalan bir İtalyan romanı olan Donna di Scolatta’da anlatılmış, çeşitli sanatçıların Elaine’nin hikayesini resmetmesiyle günümüze etkileyici eserler bırakılmıştır.
Elaine, Camelot’a doğru akan nehrin ortasında Shalott adasında yer alan bir şatoda yaşıyordu. Laneti yüzünden kuleye hapsolarak günlerini goblen dokuması yaparak geçiriyordu. Kulenin penceresinden baktığında lanetleneceğini bilen Leydinin dış dünyayla iletişimi yalnızca ona dışarıyı gösteren aynadan ibarettir. Kral Arthur’un Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nden biri olan Lancelot bir gün kulenin yakınlarından şarkı söyleyerek geçer, leydi aynadan gördüğü şövalyeden etkilenip ona aşık olur. Kendini tutamaz ve pencereye koşup dışarıya baktığında aynanın çatlamasıyla lanetlendiğini anlar.
Lancelot’a ulaşabilmek için kayığa binip nehri geçerek Camelot’a ulaşmaya çalışacaktır. Bu, leydi için ölüme giden yolculuğun ilk adımıdır. Üzerindeki lanet sebebiyle kayık şehre ulaştığında leydi çoktan ölmüştür, cesedini Camelot yerlileri bulur.
Shalott leydisi Elaine’in hikayesini daha dramatik ve gizemli hale getiren noktalardan biri hayatını sonlandıran lanetin ne zaman ve ne için çıktığının bilinmiyor oluşudur. Aslında hikaye bizi mitolojik ögeleri ve aşkın hüznü ile büyülerken bir yandan da Victoria Devrinde kadınların konumuyla ilgili de sarsıcı bir gerçeği gösterir. 1800lü yılların İngiltere’sinde ideal olarak betimlenen kadın rolü, cinsel ve bağımsız isteklerden uzakta, evinde işlerini yapmasının beklenmesidir. Bu idealden uzaklaşan kadın için ise “yoldan çıkmışlığın” getirdiği sonuç ölümdür.
1888 yılında Ön- Raffaelloculuk akımının önemli ismi Waterhouse’ un Tennyson’ ın şiirinden etkilenerek yaptığı eser bu hikayenin hüznünü en çarpıcı şekilde aktaran eserlerden biri olmuştur.
Waterhouse, eserinde Leydi’nin kayığı ile nehirde yol aldığı zamanı resmetmiştir. Eserdeki semboller Leydi’nin kuledeki hayatına, yolculuğuna ve ölümüne yönelik ipuçları içerir. Beyaz elbisesi masumiyetini, aşkını temsil ederken Leydi’ nin yüzüne baktığımızda yaşadığı ızdırabı, aşkının sıcaklığını, melankolisini hissederiz. Kayığın önündeki üç mumdan ikisinin sönmesi Leydi’ nin hem yolculuğunun hem de hayatının sonuna geldiğinin bir göstergesidir. Suda yüzen sararmış yapraklar esere hüzünlü bir sonbahar havası vermekle birlikte Victoria döneminde oldukça yaygın olan cinsel olarak baştan çıkarılmış kadın olan “düşmüş kadın” söylemine gönderme bir semboldür.
Kayığın üzerinde yer alan, eserde en çok gözümüze çarpan detaylardan biri olan örtü, kulede yaptığı dokuma işidir. Elinde tuttuğu zincir Leydi’ yi kuleye bağlar, kuleye hapsolmasına sebep olan laneti temsil eder.
Kendilerine haç çıkardılar, yıldızlarını kutsadılar,
Şövalye, âşık, başrahip, yaver ve misafir.
Göğsünde bir parşömen vardı,
Bu, diğerlerinden daha çok şaşırttı,
'Ağ merakla örülmüştür,
Cazibe tamamen bozuldu,
Yaklaşın ve korkmayın, bu benim,
Shalott Leydisi.'
Sanat Hukuku Enstitüsü
Proje Direktörü
Melisa Su Esat
KAYNAKÇA:
sanatabasla.com, encyclopedia, sanatlaart
Comments