top of page
  • Yazarın fotoğrafıHasan Tatlı

İntikam İçin Dirilmek; Monte Kristo Kontu

Monte Kristo Kontu, Fransız yazar Alexandre Dumas’ın yazdığı ve asırlardır popülerliğini koruyan eşsiz romanlardan bir tanesidir. Yer, mekan ve zaman olarak Fransa, İtalya ve Akdeniz adalarında geçen olaylar 19. yüzyılın birinci ve ikinci çeyreğinde gerçekleşir. Roman akıcı bir dile sahip macera romanıdır. Yoğun olarak intikam temasını ele alan romanda intikam, ihtiras, aşk ve çaresizlik duyguları göze çarpar. Romandaki karakterlerin hırslı, güçlü ve iradeli oldukları da görülür. Romanda iyiliğin ve kötülüğün birbirleriyle çarpışması, birbirleriyle yer değiştirmesi ve hatta birbirlerine karışması okuyucuda mutlak bir sorgulamaya ve iç hesaplaşmalara neden olacaktır.


Serim, düğüm ve çözüm bölümlerindeki kilit mevzuları daha iyi anlayabilmek için ihtilal sonrasında Fransa’da ortaya çıkan iktidar savaşlarına ışık tuttuktan sonra Alexandre Dumas’ın eşsiz romanına ve üzerinde durulması gereken noktalara geçelim.


İhtilal sonrası Fransa’daki iktidar savaşları ve Napolyon Bonapart

1789 Fransız İhtilalinin ilk yıllarında krallık devam etmiştir, 26 Ağustos 1789’da İnsan Hakları ve Yurttaş hakları bildirisi yayımanmış, ve kralın yetkileri büyük ölçüde kısıtlanmıştır. Fransa meşruti bir krallık haline gelmiştir. 1792 yılında Fransa, Prusya ve Avusturya’nın saldırısına uğradı. Kral XVI. Louis’in düşmanla işbirliği yaptığı ortaya çıkınca kral kaçmak istedi fakat yakalandı bunun üzerine krallık lağvedilip 21 Eylül 1972’de cumhuriyet ilan edildi. Bu döneme 1. Cumhuriyet dönemi de denmektedir.


Afrika ve Asya kıtalarında mücadele veren Napolyon Bonapart, Akka Kalesi önünde Cezzar Ahmet Paşa’ya yenilmiş ve Mısır’a geri çekilmiştir. Sonrasında da Fransa’ya geri dönen Napolyon’un ilk işi darbe planlarına katılmak oldu. Hükümeti deviren Napolyon ve taraftarları anayasa değişikliğine gitti. Yeni anayasa değişikliği ile birlikte Cumhuriyet hükümeti rejimi Konsül Hükümeti rejimine dönüştü. Napolyon kendisini Birinci Konsül(Başkonsül) ilan etti, ilerleyen tarihlerde de kendisini ömür boyu konsül ilan edecek olan Napolyon sonrasında da 1804 yılında kendisini imparator ilan etmiştir.


Napolyon’un kendisi imparator ilan etmesi yüzünden birçok kişi irtibatı kesmiş, Beethoven bestelerinden onun adını silmiştir. En çok tepkiyi de devrimciler, ihtilalciler ve askerler göstermiştir.


İmparatorluğu sırasında sayısız savaşa girdiği, Napolyon Savaşları olarak adlandırılan bu savaşlarda ordunun büyük bir kısmı yok olmuş, diğer büyük devletler ile aralarında savaş tehditi ile sonuçlanması muhtemel siyasi krizler çıkmıştır. Savaşlar sırasında halkın yoksulluğa düşmesiyle beraber Napolyon’un imparatorluğu yavaş yavaş çökmeye başlamıştır. Fransa’ya bağlı devletlerde milliyetçilik akımının ortaya çıkmasıyla birlikte kan kaybeden Fransa İmparatorluğu, 1812 Prusya seferinde bozguna uğramıştır. 1814 yılında Paris kapılarına dayanan düşman birlikleri tarafından tahtından indirilen Napolyon Bonapart Elbe Adasına sürgüne gönderilmiştir.


Elbe Adasındaki on bir ay süren sürgünden kaçan ve Paris’e geri dönen Napolyon halkın desteğiyle beraber Mart ayında kendisini tekrar İmparator ilan eder, tahta geçer. Böylece 1. Napolyon ikinci kez tahta geçmiş olur. Birbirini takip edenler savaşlar sırasında Napolyon yeniden kaybeder onun tahtı bırakmasıyla tahta Napolyon Bonapart’ın oğlu 2.Napolyon geçer. Kısa bir süre sonra 1. Napolyon’un oğlu 2. Napolyon’u da tahtan indiren Koalisyon Devletleri Napolyon’un üç aylık imparatorluk ilanından sonra saltanatı sekteye uğrayan XVIII. Louis’i yeniden tahta geçirir. Tarihte bu olay, yaklaşık yüz on günlük kesintiye ve çalkantıya, Yüz Gün olarak adlandırılır. XVIII. Louis’in yeniden tahta geçmesiyle beraber restorasyon dönemi devam etmiş, Devrim Savaşlarının ve imparatorluğun kalıntıları temizlenmeye devam edilmiştir. Yeni oluşum dönemi de kaldığı yerden devam etmiştir.


Tüm bunlar sürerken Amerika’ya kaçmak isteyen Napolyon yakalanmış, İngilizlere teslim olmuştur. İngilizler Napolyon’u Atlantikteki Saint Helena Adasına sürgüne göndermişlerdir. Hayatının son yıllarının burada geçiren Napolyon 1821 yılında mide kanserinden vefat etmiştir.


Romanın Özeti

Baş karakter Edmond Dantes, Pierre Morrel’in sahibi olduğu Firavun Gemisinde ikinci kaptan olarak Akdeniz seferinde görevdedir. Geminin 1. Kaptanı sefer sırasında hastalanınca geminin 1. Kaptanı olarak Edmond Dantes’i göreve getirmiştir. Kaptan ölüm döşeğindeyken Dantes’ten Elbe Adasına uğramasını ve son isteğini yerine getirmesini istemiştir, Dantes kaptanının son arzusunu düşünmeden kabul etmiştir. Kaptan öldükten sonra Napolyon’un sürgünde olduğu Elbe Adasına gitmiş ve Napolyon’un yazdığı bir mektubu Marsilyadaki bir kişiye vermek için mektubu teslim almıştır, böylece ölmüş kaptanının son isteğini yerine getirmiştir.


Tecrübesiz ve genç yaşta olmasına rağmen fırtınalı havada Firavun Gemisini Marsilya Limanına getirmeyi başarmıştır. Dantes’in bu başarılı hareketinden dolayı gemi sahibi Morrel, Dantes’i terfi ettirmiş ve cok yüksek bir teklif vermiştir. Marsilya’ya döndüğüyle birlikte yaşlı babası ve nişanlısı Mercedes ile özlem gideren Dantes Morrel’in bu teklifinden sonra nihayet maddi zorluklardan kurtulabileceklerini, nişanlısı Mercedes ile evlenebilmesi için gereken düğün parası da çıktığı için çok mutlu olmuştur, ve hayaller kurmaya devam etmişlerdir.


Dantes ile Mercedes arasındaki aşk çemberinin dışında kalan Fernand, Mercedes’in kuzenidir. Kuzenine aşık olan Fernand, Dantes’ten nefret etmekte ve ondan kurtulmanın yolunu aramaktadır.


Dantes’in gemisinde muhasebeci olarak çalışan Danglars, sefer sırasında aralarında çıkan tartışmadan dolayı Dantes’den nefret etmektedir, Sefer dönüşünde Dantes’in aldığı terfi ve yüksek teklif sonrası iyice öfkesi ve kıskançlığı artan Danglars, Dantes’i bitirmenin peşindedir.


Elbe Adasına hangi sebeple gittiklerini biliyor olmasına rağmen sanki gitmelerinin başka sebebi varmış gibi öne sürerek önce Morrel’e sonra da Mercerdes’e aşık olan Fernand’a anlatan Danglars, Morrel’den istediği gibi kınama cezası verilmeyeceğini anlar. Dantes’in komşusu terzi Gaspar Kadrus ile buluşan Danglars bu planı Ferdinand da aralarına katıldığında anlatır. Bu esnada sarhoş olan terzi Gaspar Kadrus bu planın kötü bir fikir olduğunu söylemiştir. Yaptıkları bu plan, Terzi Gaspar Kadrus’un uyarısına rağmen Ferdinand ve Danglars’ın aklına yatmıştır, terzi Gaspar’a şaka yaptıklarını söyleyerek onu kandırmışlardır. Ferdinand ve Danglars bu şeytani tuzağı kurmaya başlamışlardır. Dantes’e iftira atarak, onun bir Napolyon Ajanı olduğunu ve elinde çok önemli, hemen imha edilmesi gereken bir mektup taşıdığını söyleyen bir ihbar mektubu yazmışlar ve bunu savcılığa postalamışlardır. Yıllardır hayalini kurdukları düğün gecesinde olan Dantes ve Mercedes askerlerin düğün salonunu basmaları ile şok olmuşlar ve askerler Dantes’i tutuklayarak savcının karşısına çıkartırlar.


Krala karşı Napolyoncularla işbirliği yapmakla suçlanan Dantes, kaptanının son arzusunu yerine getirmek için Elbe Adasına gittiğini ve başka bir şey bilmediğini söyleyip tüm olup biteni savcıya anlatır. Savcı karşısında tüm bildiklerini anlattıktan sonra Napolyon tarafından kendisine verilen mektubu savcıya teslim eder. Savcı Villefort mektubu açtığıyla beraber mektubun eski bir Napolyon destekçisi olan babasına gönderilmiş olduğunu anlar. Mektubun babasına gönderilmiş olduğu ortaya çıkarsa da kendisinin zararlı çıkacağını, görevinden atılacağını düşünerek mektubu imha eder. Dantes’e onu kurtaracağını söyleyen Savcı Villefort doğruca krala gider. Azılı bir Napolyon Ajanının tutuklandığını, imparatorun kaçış planını yok ettiğni söyleyerek kralın gözünde değer kazanmış, Dantes’e atılan bu iftiranın kalıcılaşmasını sağlayıp onun hayatını karartmıştır. Tüm bunlar gerçekleşirken saf niyetli Dantes, Villefort tarafından kendisine verilen sözün tutulacağını inanarak yargılama aşamasında Villefort’un istediği gibi sessiz kalmıştır. Yargılama aşaması istediği gibi giden Villefort, Dantes’i İf Şatosuna mahkumiyete yollamışdır. İf şatosunda mahkumiyet hayatına başlayan Dantes, Villefort’un sözünü tutmayacağını anlamıştır. Napolyon’un 3 aylık tahta geri dönüşünde de özgürlüğüne kavuşamayan Dantes tüm umudunu da yitirmiş olur.


Hapishane hayatı devam ederken bir gün tünel kazma sesleri duyar ve o sırada İtalyan kökenli Rahip Abbe Farya ile tanışır. Rahip Farya Dantes’e kazdığı tüneli gösterir ve kaçış planını anlatır. Başka türlü bu hapishaneden çıkışının olmadığını anlayan Dantes bu plana katılır, ve tünel kazma işlemine ikisi beraber devam eder. Kaçış planı için tünel kazmaya devam ederken bir yandan da Rahip Farya Dantes’e ekonomi, siyaset, matematik, coğrafya, yabancı dil vs. bir çok konuda ders vererek onu eğitmektedir. En sonunda Farya kendisine deli lakabının takılmasına sebep olan Monte Kristo Adasındaki defineden söz eder Dantes’e. Plana göre ikisi beraber hapishaneden kaçıp adadaki defineyi bulacaklar ve zengin olacaklardı. Bir yandan tünel kazmaya devam edip hayal kuran Dantes düşünerek ve sorgulayarak kendisine atılan iftirayı ve ihaneti çözümlemiş ve özgürlüğüne kavuştuktan sonra intikam almak için ant içmiştir.


Tünelin ucuna yaklaştıkları son günlerde Rahip Farya’nın ölümüyle derinden sarsılan Dantes, Farya için gönderilen ceset çuvalına gizlice kendisi girmiştir. İf Şatosunda ölüleri ceset çuvalı koyarak falezlerden denize attıkları için Dantes bu plana başvurmuştur. Denize atıldıktan sonra çuvaldan çıkan Dantes sonunda özgürlüğüne kavuşmuştur. İlk önce bir kayalığa çıkan Dantes ordan geçmekte olan bir gemiye kendisini fırtınada alabora olan geminin kaptanı olarak tanıtmış ve gemicilik bilgilerini de göstererek onların güvenlerini kazanmıştır. Bir süre daha kaçakçı gemisinde çalışan Dantes en sonunda işten ayrılır, Monte Kristo Adasına giderek hazineyi bulur. Kendisini bundan sonra Monte Kisto Kontu olarak tanıtır ve intikam planını uygulamak için harekete geçer.


Marsilya’ya geri dönen Dantes ilk önce evine gider. Babasının yoksulluğa ve evlat hasretine daha fazla dayanamadığını, intihar ettiğini öğrenir. Nişanlısı Mercedes’in kendisinden umudu kestiğini ve askeriyede rütbe atlayan Fernand ile evlendiğini, Albert De Morcef adında da bir oğulları olduğunu öğrenir.


Danglars ve Fernand Kraliyet Savcısı Villefort’a giderek kendilerini ödüllendirmesini isteyip ikisi de yüklü bir hazine teslim almıştır. Danglars, zengin bir kadın ile evlenmiş, ticarette şansı yaver gitmiş ve kısa bir sürede Fransa’nın en ünlü bankerlerinden biri olmuştur.


Fernand askerde Tepedelenli Ali Paşa'ya hizmet verirken, Ali Paşa'ya ihanet etmiş ve onun yakalanmasını sağlamıştır. Savaş zamanında iktidarın değişmesiyle savaş seyrine göre yaptığı bu ihanet kahramanlık olarak algılanmış, ihanetin gerçek yüzü Fernand tarafından gizlenmiştir. Kahramanlık olarak algılanan ihanetinden dolayı terfi alan Fernand yüksek bir rüşvet alarak zengin olmuştur.


Kendisinin kurguladığı bir kaçırış oyunu ile adamlarına Albert’i kaçırtan Dantes, sonra Albert’i kurtararak onun ve ailesinin güvenini kazanmıştır. Mercedes ilk başta Dantes’i tanımıştır fakat 14 sene hapiste kalan Dantes yıllar içinde değişmiş, alnı kırışmış, saçları uzamış ve ışıl ışıl bakan gözleri donuk, dipsiz bir çukur gibi gözükmeye başlamıştır. Kendisini de Monte Kristo Kontu olarak tanıttığı için Mercedes yanıldığını düşünmeye başlamıştır.


İntikam planını yavaş yavaş uygulamaya başlayan Kont harekete geçmiştir. Fernand yapmış olduğu ihanetini gizlemek için Tepedelenli Ali Paşa'nın kızı Haydee’yi esir tüccarına satmıştır. Kont ise Haydee’yi bulup himayesine almış, ve onu cariyesi olarak tanıtmaktadır. Haydee zamanla konta âşık olur ve Fernand’ın babası Tepedelenli Ali Paşa’ya yaptığı ihaneti Konta anlatır. Fernand’ın Tepedelenli Ali Paşa’ya ihanet ederek servet edindiğini ve Fernand’ın savaş suçu işlediğini ortaya çıkartmıştır. Kendisini soylu bir aileden gelmiş gibi göstermek için Morcef soy adını alan Fernand vatana ihanet suçlaması ile Tepedelenli Ali Paşa'nın kızı Haydee'nin tanıklığıyla suçlu bulunmuş, tüm rütbelerini sökülmüş, vatana ihanet suçlamasıyla idam kararı alınmıştır. Mercedes, Fernand’ın yaptığı bu ihaneti öğrenince oğlu Albert ile birlikte kirli paradan gelme servetlerini bırakıp evi terk eder ve geldiği yere, çocukluk kasabasına geri döner. Mercedes’i ve oğlunu da kaybetmesiyle zor duruma düşen Fernand çareyi ölmekte bulur ve intihar eder.


Banker Danglars ile evli olan Hermine Danglars bu evliliğinden önce Savcı Villefort ile birlikteliğinden olma bir oğlu vardır. Kont, Savcı Villefort’u zor duruma sokmak istemektedir. Savcı Villefort ve Hermine çiftinin çocuğu olan Benedetto’yu buldurup Paris'e Andre Kavalkanti adıyla getirtir. Benedetto evden kaçmış, birçok suç işlemiş, kötü yollara düşmüş bir çocuktur. Kont, Benedotto’nun da sayesinde Savcı Vilefort’u tuzağa düşürmüş, onun yıllar önce gerçekleştirdiği ve üstünü örttüğü cinayeti, aldığı rüşvetleri, tüm kirli ilişkilerini teker teker açığa çıkarmıştır. Yeni eşini ve küçük oğlunu kaybeden Savcı Villefort yaptıklarının bedelini ödedi.


Monte Kristo Kontunun dahice oyunu yüzünden tüm servetini acı bir şekilde kaybeden Danglars en sonunda özgür kalmış fakat acınacak bir şekilde hayat sürmeye devam etmiştir. Savcı Vilefort, Danglar, Mercedes ve Fernand teker teker cezalarını çekmişlerdir. Kont bütün düşmanlarından intikamını aldıktan sonra kendisini sevenlere bir mektup bırakarak bir gemiye binip Haydee ile birlikte ortalıktan kaybolmuştur.


Roman Hakkında Kısa Değerlendirmeler

Serim bölümündeki akıllara takılan ve iftira kurgusunun oluşmasını sağlayan Napolyoncu damgası gibi olaylar tarihte fazlasıyla gerçekleşmiş, iktidar adaylarının birbirleriyle huzur içinde rekabet gerçekleştirmediği ve daha çok savaşla sonuçlandırmaya çalıştığı zamanlarda bu gözlemlenmiştir. Halk kutuplara ayrılmış, birbirlerine soğumuş ve en önemlisi rüşvet, makam vs. birçok menfaat uğruna iftira bile atabileceği durumlar insanlık tarihinde bolca görülmüştür.


Düğüm bölümündeki düşündüren ve tüm zorluklara rağmen hayata tutunmamızı umutla teşvik eden olaylardan bir tanesi de hapiste hayata küsmüş ve çaresiz kalmış Dantes’in hayata tutunması ve eğitime olan ilgisidir. Hapishaneden kaçması imkansıza yakın bir olasılıkken bile Rahip Farya’dan ders almaya başlayan Dantes, ilk başta cahil ve hayatın birçok alanında bilgisiz olmasına rağmen özgürlüğüne kavuşuncaya kadar geçen sürede bilimin birçok alanında uzmanlaşması, pratik zekaya ulaşması, birden çok dil öğrenmesi okuyucuda sorgulamaya neden olur. Belki bizler de kendi ellerimizle ördüğümüz, bunca karanlığın ve kötülüğün var olduğu, esir düştüğümüz iç hapishanemizden kurtuluşu eğitim, öğretim ve bilgi ile sağlarız.


Çözüm bölümünde yer alan ve tüm kurgunun üstüne kurulduğu intikam sahnesiyle karşılaşırız. Dantes saf ve genç yaşta ayrıldığı eski tanıdıklarının arasına zeki, esrarengiz Monte Kristo Kontu olarak geri dönmüştür. Ve düşmanlarından aldığı intikamı incelediğimizde, Dantes’i İf Şatosu’na gönderdikten sonra ne elde ettilerse sadece onu ellerinden almıştır. Dantes hapse girdikten sonra Mercedes ile evlenen, askeriyede General rütbesine çıkan, epey servete konan Fernand bunların hepsini kaybetmiştir. Büyük bir servete sahip olan Banker Danglars tüm servetini kısa bir sürede saç kırartan bir çaresizlikle kaybetmiştir. Savcı Villefort kendi eşi yüzünden ailesinin büyük bır kısmını kaybettmiş, tüm olanların üstüne eşi kendisini ve küçük oğlunu zehirleyerek intihar etmiştir. Ailesi kaybeden Villefort ayrıca açığa çıkartılan işlediği suçlar yüzünden de görevini kaybetmiş ve hakkında soruşturma açılmıştır.


Çözüm bölümünde karşılaştığımız bir diğer hadisede tüm düşmanlarından intikam aldıktan sonra aşık olduğu insana, Mercedes’e, geri dönmeyen Dantes’tir. Romantizm akımında eserler veren Alexandre Dumas’ın bu dahice kurgusu ve romanı böyle bitirmesi yaşadığı dönemde epey ilginç karşılanmış ve çok beğenilmiştir.. Günümüzde kalitesini ve içeriğini koruyan Monte Kristo Kontu romanı birçok filme, diziye ve romana esin kaynağı olmuştur. Ezel adıyla bildiğimiz ve sevilen Türk dizisinin kurgusu açık bir şekilde Monte Kristo Kontundan alınmıştır. Birçok defa beyaz perdeye uyarlanan romanın en çok bilineni Kevin Reynolds’ın yönettiği 2002 yapımlı Monte Kristo Kontu isimli filmdir. Monte Kristo Kontu’nun sevdiklerine bıraktığı mektubun son kısmıyla yazıyı noktalamak yerinde olur.


“Yalnız en büyük ümitsizliği tadan bir kimsenin, en büyük saadeti hissetmeye gücü yeter. Yaşamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu anlayabilmek için, ölümü istemiş olmak lazımdır. Öyleyse yaşayın, mutlu olun sevgili çocuklar ve tanrının insanlara geleceği açıklayacağı güne kadar, insan zekasının yalnız şu iki kelimede toplanacağını unutmayın: Bekle ve ümit et.”


Sanat Hukuku Enstitüsü

Proje Direktörü

Hasan Tatlı


KAYNAKÇA

bottom of page