top of page
  • Yazarın fotoğrafıİpek Kılıç

Pera’nın Kültür - Sanat Tarihi

Pera’nın tarihi bilindiği üzere çok yeni dönemlere tarihlendirilmez. Hatta Pera’nın oluşumunu Bizans Dönemine tarihlendirmemiz daha doğru olur.


Galata ve çevresi Bizans topraklarının biraz dışında kalıyordu ve ticarette söz sahibi olan Cenevizliler o bölgeye konumlanmaya başlamışlardı. Galata’ya öyle kök saldılar ki hem Galata artık Cenevizlilerin ve İtalyanların bölgesi haline geldi hem de büyük bir ticaret merkezi haline geldi. (Latinler olarak tek bir çatı içerisinde değerlendirebiliriz.) Böylelikle Konstantinopolis’in Avrupa tekelini elinde tutmayı başardılar. Bu, Osmanlı dönemine kadar böyle devam etti. Ancak 12. yüzyılda Osmanlı hemen hemen 50 yıl sürecek bir Latin istilası yaşamıştır. Bunu kimileri istila olarak adlandırırken kimileri Latin İmparatorluğu olarak adlandırır. :) Osmanlı Devleti tekrar hükümdar olduğunda, artık söz sahibi oldukları için belirli imtiyazlar ve ayrıcalıklar tanınmaya başlamıştır. Hatta öyle ki toprak talepleri geri çevrilmemiş ve bulundukları konumu daha da genişletmişler.

Galata Surları

Bölge artık neredeyse müslümanların uğramadığı ve böyle bir ticaret merkezinden faydalanamadığı bir yer haline gelmiş. Hal böyle olunca 1481’de II. Beyazıt, Galata Sarayı Mektebi (Mekteb-i Sultani) yaptırmış ama var olan durumu çözememiştir. Bundan 10 yıl sonra inzivaya çekilmek için gelen keşişlerin geldiği manastırın yerine ise Galata Mevlevihanesi’ni yaptırmış ve bu sefer amacına ulaşmıştır. (Manastırın kalıntıları hala Galata Mevlevihanesinde bulunmaktadır.) Ortaya çıkan etkileşim Galata ve çevresini öyle hareketlendirmiştir ki Batı’nın dikkatini çekmiş ve elçilikler bu bölgeye açılmaya başlamışlar. İlk Fransa sonra Hollanda, İngiltere ve İsveç elçilikleri açılınca Batı’nın doğudaki Paris’i haline gelmiştir Pera. Elçiliklerle beraber başlayan canlılık batılı tarzda binalar ve düzenlemeleri de beraberinde getirmiştir. Batılı devletlerle arasını iyi tutmaya çalışan Osmanlı Devleti zaten Tanzimat Fermanı’yla birlikte haklarını elde etmeye başlayan azınlıkların da işine gelmiştir. Bölgedeki yoğun nüfus artması sonucunda artık sadece Latinler değil Museviler, Ermeniler, Türkler ve özellikle Rumlar bölgeye yerleşmeye başlamışlardır. Avrupalı bankerlerin yerleşmesiyle artık finans merkezi olan Pera zaten yönünü Batı’ya çevirmiş olan Osmanlı’nın işine yaramış ve saraylar bölgeye yakın yerlere inşa edilmeye başlamıştır.

Kültür - Sanat alanında Pera özellikle 1844-1916 yılları arasında çok kültürlü yaşama paralel olarak, hali hazırda çok uluslu Osmanlı yapısının, gelişmekte olan Resim Sanatını ve resim ortamını etkilediği bilinmektedir. Dönem kaynağı olan Stamboul[1] gazetesinden, 70 yıllık bir dönem içinde 200’den fazla sanatçının 100’e yakın sergi için ürettikleri yüzlerce resimle Pera’da bulunduğunu öğreniyoruz. Aynı zamanda resim yapan ya da resim dersi veren herkesin dahil olduğu kalabalık bir grubun kollektif ürünü olduğunu da. Pera Caddesi üzerindeki çoğu mağazanın tam da o yıllarda sattıkları ürünlerle, resimle ilgili olsun olmasın vitrinlerini ressamlara ve onların eserlerine halka sunması, Pera Resim Üretim Ortamının itici gücünü oluşturmuştur. Aslında pastaneler, lokantalar, çiçekçiler, mobilyacılar, müzik aletleri satan dükkanlar, halıcılar Pera’nın sergi mekânlarıdır. Vitrinlere konan resimler günler boyunca, Pera’dan gelip geçenler tarafından incelenirken, pek tabii satış da yapılabilmektedir.


Kırım Savaşı sonrasında 17. yüzyıldan beri devam eden tiyatro kültürü 19. yüzyılda Pera’da açılan Naum Tiyatrosuyla (ilk Osmanlı tiyatrosu) özellikle Ermeni tiyatrocuların hem Ermenice hem de Türkçe yaptıkları temsillerle geniş kitlelere ulaştığını söyleyebiliriz. 1860’lı yıllarda ise gösteri hayatına başlayan Güllü Agop[2] yönetimindeki Osmanlı Tiyatrosu, 1870’te aldığı tekel hakkı ile birlikte uzun yıllar Osmanlı’da tiyatronun en önemli temsilcisi olmuş ve Osmanlı toplumunu tiyatroya alıştırmıştır. Naum Tiyatrosu’nda gerçekleşen opera temsillerinin elit ve zengin gayrimüslim seyircisinin aksine, Osmanlı Tiyatrosu, her kesimden insana ulaşmıştır.

Pera Gravürü

Avrupa’nın genel sanat kültür ortamına baktığımızda avrupai bir yer olan Pera, Avrupa standartlarına göre oldukça geride olduğunu söylemek mümkün. Örneğin semtte modern parklar olmadığı için gezinti ve eğlence mekânı olarak kullanılan yegâne yerler mezarlıklardı. Pera sosyetesi hemen her gün en güzel kıyafetlerle mezarlıklarda yürüyüşe çıkıp, tatil günlerinde piknik yapar, dini günlerde yine buralarda şenlikler düzenlerlerdi. Kırım Savaşı sırasında Fransız askeri bandosu bile semtte daha uygun bir yer olmadığı için Pera’daki Büyük Mezarlıkta konser vermek durumunda kalmıştır. İçki içmek, İslam dinine göre alkol yasak olmasına rağmen içki içenler, meyhane ve sarhoşluk veren bozanın satıldığı bozahanelerde Müslümanlara rastlamak mümkündü. İstanbul’da Bizans döneminden beri varlığını sürdüren meyhane ve bozahaneler kimi zaman yönetimdeki padişahın tavrına göre kapalı kalsalar da Osmanlı İstanbul’unun ilk kamusal eğlence mekânları ileride açılacak yeni işletmelere örnek oluşturmuşlardır. Meyhanelerde genellikle köçek olarak adlandırılan Adalı Rum genç erkekler, kadın kılığına girerek müstehcen danslar ederlerdi. İstanbul’u yüzyıllar boyunca ziyaret eden farklı seyyahların köçekler hakkındaki yorumları birbirine oldukça benzerdir ve genel olarak yapılan dansın oldukça uygunsuz hatta rahatsız edici olduğu ifade edilir. Köçeklere hayran pek çok mirasyedi, bu kişilere sevgilerini göstermek için birbirleriyle yarışırlardı.[3] Kimi zaman bu yarış yüzünden büyük kavgaların çıktığı meyhaneler, Yeniçerilerin sözünün geçtiği oldukça tekinsiz yerlerdi.[4] 19. yüzyılda yoğun nüfus artışıyla dönemin önde gelen yazarlarından Ebuziyya Tevfik, Müslümanların önceleri sadece cuma günleri çekinerek Pera’ya gittiklerini ve biraz dolaştıktan sonra hemen döndüklerini ancak 1860’lı yıllardan itibaren bu durumun değiştiğini belirtir.

Eğlence mekânlarında sabahlama âdeti karnaval zamanlarına dayandığını biliyoruz. Hatta bu yıllarda Müslümanlar, gayrimüslimlerin karnaval balolarına katılmaya başlamış. Alafranga merakı gün geçtikçe artmış, Beyoğlu ve Galata’da bulunan baloz, gazino, kafeşantan gibi yerler oldukça kalabalık hale gelmiş. Ancak birçok kişi bundan zarar görmüş. Osmanlı basını ve edebiyatında da Pera’daki eğlence mekânlarının toplum üzerindeki olumsuz etkilerinden çokça yer vermiş, erkeklere Beyoğlu’na gidip kendilerini kadınlara ve kumara kaptırmamaları konusunda sık sık uyarılarda bulunmuş.[5] Osmanlı çöküş döneminde Pera bölgesinde pek çok olay olmuş ve kentteki asayişsizlikle bölge olumsuz yönde etkilemiş. 1870 yılında çıkan bir yangın sonucunda Pera’nın çehresi değişmiş ve günümüzdeki yapıların pek çoğu da bu dönemde inşa edilmiş.


Sanatçıların ve gezginlerin günümüze ulaşan anıları baktığımızda Pera’daki insanların Türkçe, Fransızca, İtalyanca, İngilizce, Almanca dillerini bir arada kullandıklarını öğreniyoruz. Hatta bu farklı kültürlerin bir arada yaşaması sonucu Pera’nın, ‘’Perot’’ denilen ve sadece bu bölgede konuşulan bir dili dahi oluştuğu bilinmektedir. Burada yaşayan birçok insanın sefarethanelerde çalıştığını aynı zamanda da yabancı okullarda eğitim gördüğünü, çoğunun Türkçeyi hiç öğrenmediğini ya da çok geç yaşta öğrendiklerini belirtmektedirler. Pera, Büyük Saray’dan Üsküdar kırlarına kadar geniş bir panaromaya sahip bir dış mahalle olarak kabul edebiliriz. Öyle ki Yunanca’da Pera ‘’karşı yaka’’, ‘’öte’’ anlamına geldiğini biliyoruz. 15. ve 16. yüzyılda da “bey” olarak tanınan kişi İstanbul’da zengin bir tüccar olarak tanınan Venedik balyosu Andrea Gritti’dir. Andrea buğday ticaretinden kazandığı servetle “Pera Bağları”nda büyük bir konak yaptırır. 1490 doğumlu büyük oğlu Alvise de ticaretle uğraşır ve kazandığı servet ile babasının konağını daha görkemli bir hale getirir. Yakın dostu olan sadrazam İbrahim Paşa sayesinde kısa sürede Osmanlı dış politikasına yön veren kişilerden biri olur. Gritti ailesi bugün unutulmuş olsa da Beyoğlu olarak bilinen kişi Alvise Gritti’den başkası değildir.


Pera’nın en güzel döneminiN 19. yüzyılın sonları olduğu söyleyebiliriz. I. Dünya savaşı sonrasında bile İstanbul’un eğlence hayatının kalbi olduğu görüyoruz. Ne yazık ki 1980’li yıllarda semtteki yabancı nüfus hızla azalırken, tekrardan emniyetsiz yerler artar ve semt plansız belediyecilik uygulamalarının kurbanı olur. Yinede bugün Beyoğlu olarak bilinen Pera İstanbul’un kültür mozaiğinin yapı taşlarından biri olduğu kuşkusuz bir gerçektir. Yani İstanbul’un ötesinde İstanbul’un ta kendisidir aslında.


Sanat Hukuku Enstitüsü

Proje Direktörü

İpek Kılıç



KAYNAKÇA [1]Le Stamboul, Osmanlı İmparatorluğu'nda İstanbul'dan yayınlanan ve ülkede Latin alfabesinin kabul edildiği 1934'ten itibaren 1964 yılına kadar “İstanbul’’ adıyla yayımlamayı sürdüren günlük Fransızca gazete. Okurları İstanbul'daki İngilizler, Fransızlar ve onlarla iş yapan Rum, Ermeni ve Yahudiler idi. 20. yüzyılın başından itibaren günlük 5.000 tirajı olduğu tahmin ediliyor. [2]Osmanlı dönemi tiyatro oyuncusu ve yönetmeni ve Türk tiyatrosunun kurucularındandır. Oyunculuğundan ziyade kurduğu ve yönettiği tiyatro toplulukları ile başarı kazanan bir sanatçıdır. İstanbul’da ilk kez Müslüman oyuncuların sahne aldığı bir tiyatro grubu oluşturmuş; Türkçe oyun oynama imtiyaz almıştır. Kurduğu tiyatro topluluğu, Darülbedayi'nin ve İstanbul Şehir Tiyatroları'nın kurulmasına gidecek sürecin temel taşı kabul edilir. [3]Abdülaziz Bey (1995), Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, (Haz. Kâzım Arısan-Duygu Arısan Günay), (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları). [4]De Tott, Baron (2004), 18. Yüzyılda Türkler, (Çev. M. Reşat Uzmen), (Ankara: Elips Kitap). [5] Ebuziyya Tevfik (2019), Yeni Osmanlılar Tarihi, (İstanbul: Kapı Yayınları).

bottom of page