Bilindiği üzere coğrafi keşiflerin Avrupalı insanlara sağladığı en büyük refah kaynakları arasında, çıkartılan tonlarca hammadde haricinde, genetik olarak özenle seçilen siyahi köleler yer alıyordu. Tabi ki buna bağlı olarak Amerika keşfi ardından bu insanlar özellikle verimli güney topraklarında pamuk tarlalarında çalışmaları için alınıp satılıyordu.
Abraham Lincoln’un 1862 yılında çıkardığı yeni yasayla kölelik teoride çöpe atılmış ancak bunu kabul etmeyen güneylilerin kalkışmasıyla ülke iç savaşa sürüklenmiştir. Ardından gelen barışın sonrasında ise teoride çöpe atılan kölelik anlayışı pratik anlamda hala devam etmekteydi.
İşte böyle bir ortamın 1911 yılında Mississippi kırsalında dünyaya gelen Robert Johnson, diğer siyahiler gibi pamuk tarlalarında zorlu şartlarda hayatta kalmaya çalışırken Blues müziğiyle tanıştı. Pamuk tarlalarında çalışırken dillerinden düşürmedikleri Blues müziği, bir kadın veya erkeğe duyulan sitem üstüne kurulmuş acı sözlerle doluydu. Aşktan bahsedildiği sanılsa da aslında hala pratikte sahip veya sahibeleri olan insanlara karşı yazılmış sözlerdi bunlar.
O dönem kiliselerinde Blues, şeytan müziği olarak anılıyor ve Ku Klux Klan gibi radikal grupların hedefinde kalıyordu. Robert’ın da tarlalarda çalışırken kurduğu tek hayal, ünlü bir Blues gitaristi olup hayatını daha kaliteli daha onurlu şekilde sürdürmekti. Evlendikten sonra hamile olan eşi ve doğacak çocuğu için bir maceraya girişti. Yetkin olmadığı halde eline ucuz bir gitar kaptı ve başını sokabildiği her barda çalmaya çalıştı. O zamanlar ünlü olan Son House referansıyla çıktığı kalabalık bir barda beceriksizliği nedeniyle herkese rezil olarak sahneyi terk etmek zorunda kaldı. Bu yetmezmiş gibi eşi doğum sırasında hayatını kaybetti.
Eşinin dindar ailesi, bu şeytan müziği yapan adamı ölümden sorumlu tutup, doğan çocuğunu kendine bir daha göstermedi. Yaşama olan inancını her parseliyle kaybeden bu insan artık kendini alkole vermiş ve sonunu düşünmeden yaşar hale gelmiştir. Derken bir anda ortadan kayboldu ve 1 yıla yakın haber alınamadı.
.Bir gece kendi anlatımıyla, bir yol kenarında şeytanla karşılaştı. Şeytan, eğer ona ruhunu kendisine satarsa gitarına farklı bir akort yapıp ona değişik tekniklerde gitar çalmayı öğreteceğini teklif etti. Kaybedecek bir şey görmeyen Robert, bu teklifi anında kabul edip zamanını mezarlıklarda gitar çalarak geçirdi.
Geri döndüğünde inanılmaz derece iyi gitar çalan ve eline aldığı slayt yüzüğü, fazladan eklediği 1 tel sayesinde 7 telli ve farklı akortlu gitarıyla, Blues camiasında devrim yaratan bir insana dönüştü. Eskisine nazaran o kadar iyi ve özgün çalıyordu ki gerçekten insanlar Robert’ın anlattığı şeytan hikayesine inanmaya başladılar. Çünkü başka açıklama getiremiyorlardı.
Eşinin kaybından yıllar sonra şarkılarını alkol eşliğinde, her barda gözüne kestirdiği bir kadına adayarak söylemesi onda yeni bir zaaf oluşturmuştu. 1938 yılında çapkınlığının kurbanı olarak gözüne kestirdiği kadının kocası tarafından zehirlenerek can verdi.
Gerçekte ise şeytan yerine iyi bir gitar virtözü olan Ike Zimmerman ile tanışmıştı. Ama omzunda bir şeytani elin duruyor olması, onun her zaman tercih ettiği bir hikayeydi. Yine de mistik boyutları olan bu hikayeye bağlı kaydedilmiş şarkılar, yıllar sonra B.B. King, Jimi Hendrix, Eric Clapton gibi rock ve blues müziğine yön verecek insanların ilham kaynağı olmuştur. Bu nedenle rock ve metal müziğinin de atası sayılmaktadır. Ruhunu şeytana satmış, karşılığında ise dinleyicilerinin ağzında dolanarak ölümsüzlük kazanmıştır.
Sanat Hukuku Enstitüsü
Yönetim Kurulu Üyesi
Av. Ege Ergün
Comments