top of page
  • Yazarın fotoÄŸrafıAv. Ege Ergün

Ölümüne Sadık


Milattan sonra 79 yılında gerçekleşen Vezüv Yanardağı patlaması, Pompei antik kentini, içindeki insanlarla birlikte tamamen yok etmiştir. Asırlar sonra yapılan kazı çalışmalarında bir askerin iskeleti, üstündeki tüm zırhı ile beraber bulunmuştur. Kazı çalışmaları sırasında bulunan bu askerin, patlama sırasında diğer insanlar gibi kaçmadığı, vazifesi olan nöbet yerini korumaya devam ederek hayatına son verdiği düşünülmektedir.


Edward John Poynter tarafından yapılan ‘Ölümüne Sadık’ isimli bu eser, bir askerin canı pahasına görev yerini terk etmemesini, gözlerindeki korkuya rağmen vazifesini yerine getirmesini anlatmaktadır. Peki neden?


Bir insan askerliği meslek edindiğinde, görevi uğruna feda edeceği şey kendi canı olduğundan, yaptığı göreve bir anlam atfetmesi çok olasıdır. Genelde bu durum askerin milli duygulara tutunulması, milli ideallerin gerçekleştirilmesi uğrunda kendinin bir fedai olduğunun hissedilmesi gibi sonuçlar doğurmaktadır. Nitekim millet devleti kurmuştur. Devlet de milleti koruyacak askere bir ideal vermiştir. Bu ideal, uğruna feda olma idealidir.


Uğruna feda olma ideali, aslında milletin kendisi için oldukça faydalıdır. Bir toplumu külliyen tehdit eden bir dış unsura karşı alınacak güvenlik önlemi askerlerce yürütülecektir. Bu sayede toplumun kendisi zarar görmeden varlığını sürdürebilecektir. Asayiş ve güvenlik görevini ifa eden askerler ise gerektiğinde şehit olacak ve milletinin hafızasında yer ederek hayatına veda edecektir.


Millet dediğimiz kavram aslında tekil fertlerden meydana gelmektedir. Bu fertler en temel hakları olan yaşam haklarının güvencesi için devlet teşkilatını inşa etmişlerdir. Ancak aynı devlet, aynı toplumun bazı fertleri olan askerleri ölüme sürerek topluluğun geri kalanını muhafaza etmeye karar vermiştir. Lakin bu durum, askerin o toplumdan bağımsız birer fert olduğunu göstermemektedir. Bu nedenle bir asker gözüyle bakıldığında aslında ciddi bir çelişki söz konusudur. Milletin bir ferdi olan asker, kendi yaşama hakkını muhafaza etmek için devleti kuranlar arasında yer almış ancak aynı devlet kendisinden ölmesini talep etmiştir.


Askerin yaşadığı bu çelişki millet tarafından kendisine atfedilen manevi değerlerle örtülmeye çalışılmıştır. Kendisinin ölürse şehit olacağı ve sonsuz cennete gideceği idealiyle görevine kutsaliyet atfedilmiştir. Başına bir şey gelirse arkada bıraktığı tüm ailesine iyi bakılacağı taahhüdü verilmiştir. Onun arkasından ağıtlar yakılacağına, yıllar boyu hatırlanacağına, şehir sokaklarına isimlerinin verileceğine inandırılmışlardır. Ancak her zaman böyle mi olur? Unutulmaya yüz tutmuş şehitler yok mudur?


Eserdeki asker ölümün kendisine yaklaştığının farkındadır. Ama olduğu yerden kımıldamayarak sahip olduğu belki de son irade örneğini sergilemektedir. Arkasında kaçan, bağıran, nefessiz kalan, can çekişen onlarca insan olmasına rağmen kendisi kıpırdamamaktadır. Halbuki bu sefer düşman bir canlı değil doğanın ta kendisidir. Askerin yaptığı gibi görev yerinde durmak, bir savunma mıdır? Yoksa düşmanın seni öldürmesine izin vermek midir? Belki de komutanından kendisine verilen bir bekleme emri, onun hayatına mal olmuştur. Yine de eser üzerinde askerin gözlerindeki o tedirginliği görmek, onun bir zamanlar ölümden korktuğunu, bazı emirleri sorguladığını ama yine de ölümüne sadık olduğunu bizlere göstermektedir.


Sanat Hukuku Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi

Av. Ege Ergün




bottom of page