GİRİŞ
Sanat doğası gereği muhaliftir çünkü düşünmek, üretmek ve yepyeni varoluş biçimleri yaratmak tarih boyunca iktidarları korkutmuştur. Kimsenin gidip bakmaya cesaret edemediği pencereden bakan ve orda gördüğü daha mutlu, daha özgür, daha adaletli dünyayı başkalarına anlatan sanatçı; sermayedarların, güç sahiplerinin otoritesini sarsmıştır. Sanat ve sanatçı düşünürken, üretirken, otoritelere meydan okurken ifade özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün istinası olarak sayılabilecek sansür kavramı ortaya çıkmıştır. Sansürün ifade özgürlüğüne etkisini ve sanat eserleri üzerinde uygulanmasını ele alacağız.
I-İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ NEDİR?
Düşünme ve muhakeme etme insanları diğer varlıklardan ayıran bir özelliktir. İnsanların varoluşlarından beri sahip oldukları bu özellik günümüz modern dünyasına kadar defalarca engellenmiş ve insan haklarına aykırı olarak kısıtlamalara maruz kalmıştır. Lakin modern demokrasilerde düşünme ve özellikle de bunları ifade etme olgusu daha da önem kazanmış ve demokrasinin gelişmesiyle paralel olarak ülkelerin hukuki kaynaklarında da yer almaya başlamıştır. Bununla birlikte düşünme eyleminin sonucunda ortaya çıkan ifadelerin ve eserlerin korunmasını amaçlayan ifade hürriyeti kavramı oluşmuştur. İfade hürriyeti herkesin her türlü fikrini açıkça ifade edebilmesi demokratik yönetimlerin arzuladığı ve beslendiği bir olgudur. Ayrıca bu durum insanların en doğal haklarından biri olarak da kabul görmüş ve çeşitlilik kavramının bir gereği olarak da modern toplumlar tarafından benimsenmiştir.
İfade özgürlüğü; Aydınlanma Çağından başlayarak Avrupa toplumlarında insan haklarıyla birlikte gelişme göstermiş ve düşünebilme yetisinin dışavurumu olarak kabul görmüştür. Başta AİHS olmak üzere sözleşmeler veya yasal düzenlemeler yoluyla demokratik ülkeleri bağlayıcı bir hüviyete kavuşan ifade hürriyeti olgusu hukuki güvenlik çerçevesi kapsamına da alınmıştır. Bu durum başta ifadeleriyle toplumlara önderlik eden sanatçılar olmak üzere her vatandaşın düşündüklerini dışa vurma eylemini koruma altına almış ve toplumların fikirsel ve zihinsel olarak ilerleyişlerinin önünü açmıştır. Ayrıca ifade hürriyeti sadece sözlü anlatım değil yazılı anlatım, basın-yayın, radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarıyla anlatım; dolayısıyla enformasyon, bilgi alıp verme hakkını da içeren, gösteri, eser gibi sanatsal etkinlik, giyim gibi imajla ifade yöntemlerini de kapsayan çok geniş bir anlama sahiptir. Başka bir ifadeyle ifade özgürlüğü insanların düşüncelerinin, fikirlerinin ve tasarladıklarının her şekilde ve formatta, serbestçe ve baskı altında olmadan ortaya koymasıdır. Lakin bu kadar geniş bir yelpazeye sahip olan bu temel hak aynı şekilde geniş bir yoruma imkân verebilecek bir sınırlama kıskacı altındadır. Nitekim Kaboğlu’nun serbestlik ilkesi değerlendirmesinde, özgürlükler hukukunda asıl olan bireyin kendi iradesi doğrultusunda serbest olmasıdır. Hak öznesi, doğrudan doğruya, herhangi bir kişi veya makamın izni ya da müdahalesi olmaksızın özgürlüğünü kullanır. Fakat bu, bireyin özgürlüğünü kullanırken her dilediğini yapabileceği anlamına gelmez, şeklinde açıklanmıştır. Kamu güvenliği, kamu sağlığı, genel ahlak ve adaba uygunluk ve Türklüğe hakaret gibi muğlâk sınırlama kıstaslarına dayanan sınırlama, bu sınırlamalara dayanarak verilen mahkeme kararlarının adalet ve insan hakları kavramlarıyla çelişmesine de neden olmaktadır. Ayrıca mahkemeler eliyle yapılan sansürleme girişimleri ifade özgürlüğünün karşısında adeta bir set örmüş ve halkın fikirsel olarak gelişimine katkı sağlayacak olan eserlere ulaşımına engel olmuştur. Kanunların geniş yorumlanması sonucunda sıkça başvurulan sansürleme girişimleri ise fikir ve eser üreticilerinin ifade özgürlüklerini kısıtlama olarak yorumlanmaktadır. Her ne kadar diğer özgürlükler gibi belli bir kısıtlamaya tabii tutulması doğal olan ifade özgürlüğü, Türk hukuk sistemine dayanan mahkeme kararlarıyla birçok kez hukukiliği tartışılan kısıtlamalara konu olmuştur.
Sanatsal İfade ve Yaratıcılık Özgürlüğü
Sanatsal eylem, bireysel bir ifade biçimi olarak sunulabilir ve elbette öyledir. Ancak sadece bir ifade biçiminden ibaret bir eylem de değildir, bunun ötesine uzanır. Bu nedenle, hukukta genel ifade özgürlüğünün korunmasına paralel olarak, “sanatsal” ifade biçimlerinin de, ayrıca korunması hedeflenir. Teknik olarak, bir “ifade” eyleminin korunmasıyla ilgili temel parametreler bu alanda da söz konusudur. Asıl fark, sanatsal ifade biçimleriyle kendini gösteren bir ufkun yol açtığı, tanımsız düşünsel ve toplumsal olanaktır. Düşündüklerimizi, inandıklarımızı, görüşlerimizi, arzularımızı, hırslarımızı, tepkilerimizi, şikâyetlerimizi ve daha pek çok şeyi ifade etmek, bunları dışa vurmaktır. Başkalarının da farkında olmasına olanak verecek bir biçimde onları sunmak ya da paylaşmak, bu ifade etme eylemini hukuken bir özgürlük olarak tanıma ve korumayı gerektirir. İfade eden tarafından her zaman farkında olunmasa da, bu eylemin hukuk tarafından tanınması ve korunması, hatta gelişiminin önlenmemesi ve bu düstura uygun bir ilişkiler düzeninin var olması için çaba gösterilmesi, ifade etme eyleminin bir özgürlük olarak tanımlanmasıyla ilgili temel normatif çerçeveyi belirler. Ancak bu soyut çerçeve, bu haliyle, adeta boşlukta duruyor gibi bir izlenim uyandırabilir. Zira ifade edilenin başkalarınca farkına varılması, tartışılması veya reddi de ihtimal dâhilindedir. O “başkaları”, ifade edenin de içinde bulunduğu, yaşadığı düzen adına yetkiler kullanabilen kişi veya kurumlar olabileceği gibi, böyle yetkilere sahip olmayan sade kişiler de olabilir. Dolayısıyla, ifade edilmek suretiyle ortaya konulan sözlerin veya şeylerin öncelikle varlığının korunmasının neden olabileceği bir tartışmanın veya tahammülsüzlüğün doğuracağı bir tepki karşısında ifade etme eyleminin (dolayısıyla ifade özgürlüğünün) etkilenmesinin önlenmesi açık bir toplum olma bakımından asıldır. İfade özgürlüğü ya da bir toplumda farklı seslerin duyulması, demokrasilerin kendilerinin de bir varlık nedeni olan, çoğulluğun ifadesidir. Ama öte yandan, hukuki bir açıdan bakılırsa, ifade özgürlüğü mutlak bir özgürlük de değildir. Yani sınırlandırılabilir. Ancak bu sınırlandırmanın kaba bir müdahaleden ibaret kalmaması, meşru olmasına bağlıdır. Bu meşruiyet ölçütü ise, hukukta yasalar sayesinde berraklık kazandırılmış sınırlandırma nedenlerinin açık ve erişilebilir olmasıyla başlar ve gerçekten o nedenlere dayanan bir sınırlandırmanın yapılmasını haklı kılacak şekilde, özgürlüğe karşı özenli fakat hukukla tanımlanmış tehdidi de önemseyerek, ölçülü bir müdahaleyle açıklanabilir.
1982 yılında, askeri rejim döneminde kabul edilen bu Anayasa’da, sanat, bir ifade biçimi ve araştırma alanı olarak yer bulmuştur. Bununla ilgili 27. madde hükmü “Bilim ve sanat hürriyeti” başlığını taşır. Bu maddenin ilk paragraf hükmü; “Madde 27— (paragraf I) Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.” Bu hükmün, Anayasa’da sanat özgürlüğünün tanınması sonucunu doğuran bir anlama sahip olduğu söylenebilir.
Anayasa’nın 27. maddesine böyle bir hükmün eklenmesi, askeri rejim döneminde, iki yapıdan oluşan Kurucu Meclis’in, üyeleri Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları olan Milli Güvenlik Konseyi kanadınca gerekli görülmüştür ve 39 yıldır Türkiye hukuk âleminde olduğu kadar sanat ve bilim âleminde de etkisini korumaktadır. Bir sanat ürününün, bir sanatsal işin ifade özgürlüğü bağlamında anlamı olan bir biçimde “yayılması” (yayma hakkı), 1951 yılında kabul edilen Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun “Yayma hakkı” başlıklı maddesinde, kiralama, ödünç verme, satışa çıkarma, diğer yollarla dağıtma, yurtdışında çoğaltılmış nüshaların yurt içine getirilmesi veya kamuya ödünç verme gibi durumları kapsar.
II- SANSÜR NEDİR?
Antik Roma'dan bu yana kullanılmakta olan sansür kelimesi, dilimize Latinceden geçmiştir. Orijinal dilinde ''censura'' şeklinde kullanılan bu kelimenin sözlük anlamı, denetlemektir. Antik Roma'da, yazınsal eserlerin topluma uygun olup olmadığını denetleyen memurlara ''censure'' adı verilirdi. Günümüzde ise devletin görevlendirdiği kişiler tarafından yapılan denetleme işlemlerine sansür adı verilir.
Yazılı ve görsel eserlerin toplum yapısına uygun olup olmadığını denetlemeye sansür denir. Sansür aynı zamanda kısıtlama manasında da kullanılır. Örneğin bazı kitapların sadece belli başlı kısımları sansürlenerek basılmasına ve dağıtılmasına izin verilebilir. Bu kelimenin fiil hali ''sansür koymak'' şeklinde yazılır. Otosansür ise kişinin kendi kendisine getirdiği sınırlama anlamına gelir.
Tarih boyunca sansür birçok farklı nedenle, birçok hükümet tarafından uygulanmıştır. Sansürün uygulandığı durumlar üç ana başlıkta toplanabilir:
1- Çocukların ve gençlerin ahlakını olumsuz etkileyecek yayınların basılmasını önlemek için uygulanır.
2- Toplumda kargaşaya ve infiale yol açacak yayınları kontrol altında tutmak için uygulanır.
3- Müstehcen ya da şiddet içerikli yazıları, görselleri ve paylaşımları engellemek için uygulanır.
Buna göre, yukarıda belirtilen maddeler doğrultusunda sanatsal ifade olarak kabul edilen ifadeler ve sansüre yer verilen durumlar ise şöyledir;
a) Sanatsal İfadeler: Bir ifadenin “değersiz”, “topluma yararsız” veya “ticari amaç taşıması” ifade özgürlüğü açısından bir önem taşımamaktadır. Bu durum aynı şekilde sanatsal ifadeler bakımından da geçerlidir. Sanatsal çalışmalar birden çok anlama gönderme yapmaları nedeniyle kurgusal olmayan açıklamalardan farklılaşmaktadır. Bir sanat eserinin ortaya koyduğu mesajın tespiti kolay değildir ve kişiden kişiye değişebilmektedir. Bu durum sanatsal çalışmalarda ortaya çıkan yaratıcılığın bir sonucudur ve aksinin kabulü yaratıcılığa bir müdahale anlamına gelebilecektir. Bu nedenle sanatsal ifadenin “estetik değeri”, ifade özgürlüğünden yararlanıp yararlanmaması bakımından tek başına bir önem taşımamaktadır.
b) Diğer İfade Türleri: Sanatsal ifadeler dışında gündeme gelen ifade türleri siyasi, akademik, ticari ve dini ifadelerdir. Siyasi ifade özgürlüğüne diğer ifade türleri ile karşılaştırıldığında ayrıcalıklı bir önem atfedilmektedir.
c) Müstehcen İfadeler: İfade özgürlüğünde gündeme gelen ifadeler ise “müstehcen” nitelikteki ifadelerdir. “Müstehcen” içerikli sanatsal ifadeler, ifade özgürlüğü alanında büyük tartışma yaratmaktadır. Öncelikle bu alanda ortaya çıkan “pornografi”, “erotizm” ve “müstehcenlik” kavramlarına değinilebilir.
Ancak bu tür bir ayrım ifade özgürlüğünün içerik bakımından kapsamı noktasında bir farklılık yaratmamaktadır. Bir sanat eseri pornografik olarak nitelendirilse dahi ifade özgürlüğünün koruması altındadır. Bu durum hem eserin amacının bizzat cinsel dürtüleri harekete geçirmek olduğu, hem de pornografinin kendisinin bir çalışmanın konusu olduğu durumlarda geçerlidir. Ayrıca sanat eserleri söz konusu olduğunda sanatçının amacının her zaman belirlenebilir olmadığı veya farklı kişilerce amacın farklı yorumlanabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu noktada ancak bu tür materyallere belirli yaş grubunun altında olan kişilerin erişimine yönelik kısıtlama getirilmiştir.
d) Nefret Söylemi İçeren veya Şiddete Teşvik Eden İfadeler: İfade türleri arasında en tartışmalı kategorilerin başında nefret içerikli ifadeler (hate speech) gelmektedir. İfade özgürlüğü kapsamında yer alıp almadığı tartışmalı olan şiddete teşvik, nefret söylemi, kin ve düşmanlığa tahrik, soykırımın ve insanlığa karşı suçların inkârı gibi ifade kategorileri söz konusudur. Bu durumun sonucu olarak bazı ifadeler, ifade özgürlüğünün kapsamına girebiliyorken bazıları girmeyebilmektedir. Bir ifadenin ifade özgürlüğü kapsamına girdiğine karar verilmesinin ardından bu kez ifadenin sınırlanıp sınırlanamayacağı değerlendirilmektedir. Günümüzde faşizm, ırkçılık, ayrımcılık, savaş propagandası veya nefret içerikli ifadelerin insan hakları hukuku açısından ifade özgürlüğünün norm alanına girip girmediği tartışmalıdır. Bu tür ifadelere yönelik getirilecek bir sınırlama genel olarak tartışma yaratmamaktadır ve ifade özgürlüğünün “olumlu” yönde sınırlanması olarak kabul edilebilmektedir.
III-TÜRKİYE’DE SANSÜRLENMİŞ BAZI ESERLER
Sanat, estetik değer alanı içerisinde yer alan; insanı ve ona ait her şeyi tanımayı kolaylaştıran, olanla olması gereken arasında ki ilişkiyi gösteren en etkili alan olarak tanımlanır. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de sansür her dönem problemli bir alan olmuştur. Müstehcenlik, dine yönelik eleştiri ve ayrılıkçı ifade kullanımı gibi çeşitli kılıflar uydurularak pek çok alanda sansür uygulamaları yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir.
Sanat, Platon’daki gibi toplumu eğitmek amacı güden bir telkin aracı olmamalıdır. Hangi konuyu işlerse işlesin sanatçının asıl amacı güzeli ve bununla ilgili fikirleri tanıtmaktır. Son yıllarda Türkiye’de sansür uygulamalarından sinemanın, tiyatronun, sosyal medyanın yanı sıra en büyük zararı kitapların gördüğünü düşünülmekte olup bu nedenle kitapların ve yayıncıların mahkûm edildiği bazı kararlar ve bazı tiyatro, sinema eserleri aşağıda sıralanmıştır.
Korku Tapınağı - Gazeteci- yazar Celal BAŞLANGIÇ’ın İletişim Yayınlarından çıkan ‘Korku Tapınağı’ kitabı için İstanbul 2. Sulh Ceza Mahkemesi toplama kararı aldı. Daha sonra da Sultan Ahmet 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde TCK’ nın 159/1 maddesi gereğince dava açıldı. BAŞLANGIÇ kitabında Güneydoğu’da ki çeşitli insan hakları ihlallerini ele almıştı. Dava beraat ile sonuçlandı.
Elma – Yazar Enis BATUR ile Sel yayıncılık sahibi İrfan SANCI Elma adlı kitabın kapağı ve ilk sayfalarında yer alan fotoğraflar müstehcen olduğu gerekçesiyle İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Sanık avukatları kitabın kapağı ve 87. Sayfasında yer alan resmin Paris’te ki Orsay Müzesi katalogunun 27. Sayfasında yer aldığını belirterek bunu gösteren belgeyi mahkemeye sundular. Dava beraat ile sonuçlandı. Kitap hakkında alınan toplanma kararı da kaldırıldı.
Baba ve Piç – Yazar Elif ŞAFAK Baba ve Piç adlı romanında basın yolu ile Türklüğü aşağıladığı gerekçesi ile Beyoğlu ikinci Asliye ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Beraat kararı veren mahkeme gerekçeli kararında kitapta düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında beyanlara rastlanmış olup düşünceyi ve ifade özgürlüğü cezalandırmak veya cezalandırmaya çalışmak hukuki sorunlar doğurabilir, Sanık Elif ŞAFAK yazdığı romanda kahraman karakterler yaratıp bu kahramanları konuşturmuştur roman kahramanının suç işlemesinden bahsedilemez, eser bütün olarak incelendiğinde kurgu roman kahramanları tez ve antitez olarak çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Sanık tarafından bu görüşlerin sentezi yapılmamıştır denildi.
Şeker Portakalı –Birsüre önce İstanbul Bahçelievler'deki Behiye Doktor Nevhiz Işıl İlköğretim Okulu'nda görev yapan 7. sınıf Türkçe öğretmenine MEB'in ilköğretim okullarında okutulacak 100 Temel Eseri arasında gösterdiği Şeker Portakalı'nı okuttuğu için soruşturma açılmıştı.
Yılanların Öcü -Devlet Tiyatrosunda sansüre uğrayan ilk eser, Fakir Baykurt'un kaleme aldığı "Yılanların Öcü"dür. Eser hakkında Talim ve Terbiye Kurulunun ilk değerlendirmesi "Bu eser Türk Milletinin ana müesseselerinden birini ve ilkini teşkil eden aile müessesesine… Türk Milletinin sahip bulunduğu edebine taarruz etmektedir..." şeklinde olmuştur.
Milli Eğitim Bakanlığının isteği ile eser, sahnelenmesini sakıncalı bulan Kurula tekrar gönderildi. Bu sefer "olur" aldı; fakat sahnelenmesi beklenirken, Bakanlığın emri üzerine 20 Ocak 1962 tarihinde provaları durduruldu.
TRT'de Menekşe Hamit'e sansür- Benzer şekilde üslup ve dil nedeniyle sansür uygulanıp yasaklanan "Menekşe Hamit", 1975 yılında TRT'de yayınlanan Cahit Atay'ın Gültepe Oyunları dizisindendi. Menekşe Hamit, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Cüneyt Gökçer'in özel emri ile herhangi bir açıklama yapılmadan yayından kaldırıldı.
Vurun Kahpeye- 1949 yapımı Vurun Kahpeye'nin yayınlanmasından sonra film, seyirciden büyük ilgi gördü fakat bir süre sonra tutucu çevrelerin saldırıları sonucu sansür kurulu filmi yasakladı. Vurun Kahpeye, tam üç kez sansüre girerek gösterimine daha sonra devam etti.
IV- SONUÇ
Asırlar boyunca kitleleri, ideolojileri etkisi altına alan sanat, hala günümüzde de etkisini sürdürmektedir. İnsanın kendisini ifade etme güdüsü, her ne kadar hukuk sistemleri ve politikalar tarafından haklı veya haksız olarak tarih boyunca sınırlandırmalara tabi tutulmuş olsa da, hala fikirlerin, estetiğin dışavurumunun en doğal sonucudur. Bu doğal sonuç bağlamında insanoğlu var oldukça, sanat da bir dışavurum mekanizması olarak var olmaya devam edecektir. İnsan ruhunun parçasını oluşturan sanatta ifade özgürlüğü, ne aşırı derecede kısıtlanmalı ne de toplumu korumasız bırakacak şekilde serbest bırakmalıdır, çünkü ifade özgürlüğünün olmadığı bir toplumu demokratik olarak adlandırmak mümkün olmayacağı gibi temel hak ve özgürlüklerin sınırsız kabul edilmesi karşısında korunamayan bir toplumda ifade özgürlüğünü kullanmak da mümkün olmayacaktır. Bu nedenle, sanatta ifade özgürlüğünün orantılı bir biçimde korunduğu durumda, sanatın insanlığa tezahürü, hem hukuksal hem de sanatsal çerçevede daha kalıcı olacak ve nesillere aktarımı daha objektif şekilde devam edecektir.
Sanat Hukuku Enstitüsü
Proje Direktörü
Av. İlke Işıkcı
KAYNAKLAR
https://hukukotesi.com/hukuk-ogrencisi-buse-sezen-yazdi-sanat-sansur-ve-hukuk/
http://www.umut.org.tr/userfiles/files/Document/document_033cfb23f0d4490596da7424d4abdc2a.pdf
Turgut Tarhanlı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi, https://doczz.biz.tr/doc/278988/sanatta-i%CC%87fade-%C3%B6zg%C3%BCrl%C3%BC%C4%9F%C3%BC--sans%C3%BCr-ve-hukuk
İbrahim Ö. Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku 1, İnsan Hakları Genel Kuramına Giriş, sayfa 72
http://www.umut.org.tr/userfiles/files/Document/document_46adc4c05b5145c890c36a42d3e3fef9.pdf
留言