top of page
  • Doğan Arslan

GARİP, ÇOK GARİP

Garip Arapça bir sıfattır. Yabancı, yolcu ve ayrıksı anlamına gelir. Fakir, zavallı anlamlarında da kullanılır. Sanatımızda ise iki garip vardır: Neşet Ertaş ve Orhan Veli.


Bir tarafta babası Muharrem Ertaş’tan aldığı abdallık geleneğini sürdüren Neşet Ertaş diğer tarafta ise şiirde ne kadar gelenek varsa hepsini yerle bir eden Orhan Veli. Bir tarafta bozkırlarda göğe çığıran Neşet Ertaş bir tarafta şehirlerde fısıl fısıl konuşan Orhan Veli.


Bir tarafta “Gönül kimi severse aşk onda güzeldir.” diyen Neşet Ertaş diğer tarafta “Sevişmek zenginlerin harcıymış, işsizlerin harcıymış,” diyen Orhan Veli.

Neşet Ertaş garipti. Fıkara bir ozanın oğlu, yüzyıllardır süren bir geleneğin son ve belki de en büyük temsilcisiydi. Ömrü yoksullukla geçmiş, başka sermayem yok ki dediği bağlamasını zaman zaman hastalıklar engel olsa da elinden düşürmemişti. Sanatıyla var olan, garipliğinden yüksünmeyen bir sanatçı olarak sürdürdüğü geleneğini tüm Türkiye’ye duyuran, yıllarca gurbette kaldıktan sonra memleketine döndüğünde büyük bir ilgiyle karşılanan bir garipti.


“Gurbet elde garip olan garibin

Derdin deryasına dalan garibin

Sevdiğinden ayrı kalan garibin

Ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar”


Neşet Ertaş’ın ilk türkülerinde adı veya soyadı mahlas olarak bulunmazdı. Kendisinin Bayram Bilge Tokel’e anlattığı hikâyeye göre bir gün babasının isteği üzerine türkülerine bir mahlas koymaya karar verir. Yine babası “bizler garibiz oğlum, bize garipler derler” demesi üzerine mahlası garip olarak kalmıştır. Soyadı yokken onlara garipler derlermiş. Garibin halinden de en iyi garipler anlarmış.


“Gine boranlı dağlar

Bozulmuş viran bağlar

Orda bir garip ölse

Garip olanlar ağlar”


Neşet Ertaş sazıyla Leyla’sına sevda türküleri söyleyen, oyun havaları çalan bir sanatkâr olmanın çok daha ötesinde kendisine ait bir felsefesi olan, sürdürdüğü gelenekte bir ekol haline gelen büyük bir sanatçıydı. Sanatının ve kendi yaşam anlayışının odağına insanı koymuş bir dünya insanıydı. İnsanı, Allah’ın yarattığı en değerli varlık olarak gören ve Allah’ın, insan sıfatında göründüğüne inanan Bektaşi kültürünün önemli bir temsilcisi olan Neşet Ertaş kendine has söyleyişiyle bir gönül hızmatçısıydı.


“İnsana âşığım, Hak özündedir.”


Bir diğer garipse Orhan Veli’dir. Kendi anlatısıyla 1914’te doğdu, 1915’te konuşmaya başladı. “Yazık oldu Süleyman Efendiye” mısrasını yazdı ve yüz yıllardır bir zümrenin elinde olan şiire bir kasket taktı, ayağındaki nasırıyla beraber yakasından tuttu, sokağa indirdi. Şiiri herkesin anlamasını istedi. Halk şiirden anlamaz diyenlere “Bundan halk mı sorumludur?” diye çıkıştı. “Okuyup yazması olup da şiirden anlamamaya razı olacak adam yoktur, gibime geliyor.” diyen Orhan Veli söz sanatlarından uzak, başka sanatlardan medet ummayan bir şiir anlayışı benimsedi. Çünkü ona göre “Şiir bir söz sanatıdır.” ve kendisinden başka söz sanatına ihtiyaç duymaz.


“Hiçbir şeyden çekmedi dünyada

Nasırdan çektiği kadar;

Hatta çirkin yaratıldığından bile

O kadar müteessir değildi.”


Kafiyeyi ve vezni şiirde takdir edilmesi gereken bir unsur olarak görmeyip ahengin vezin ve kafiyeden bağımsız olduğunu söylemiştir. Kafiye ve vezni bir kolaylık olarak görmüş onlar olmazsa işin yalnızca şairliğe kalacağını söylemiştir. Yazdığı şiirlerin kolay okunur olması insanlarda bu şiirlerin kolay yazılacağı düşüncesini uyandırmıştır. Bir röportajda kendisine “Bazı kimseler, bilhassa sizin bazı şiirlerinize karşı, ‘Bunun böylesinin elli tanesini bir günde yazarım,’ gibi sözler sarf ediyorlar. Şiirlerinizi zannedildiği kadar kolay mı yazıyorsunuz?” sorusuna “Ben pek o kadar kolay yazamıyorum. Senede üç dört şiirden fazla çıkmıyor.” diye cevap vermiştir. Orhan Veli’nin şiiri kolay okunan ve bir daha eşi benzeri yazılamayan türdendi.


“Şiir yazma hastalığım

Hep böyle havalarda nüksetti;

Beni bu güzel havalar mahvetti.”


Orhan Veli’nin şiiri tüm bu yönleriyle gariptir, ayrıksıdır, tuhaftır. 1941 yılında şiir anlayışını ortaya koymak için Melih Cevdet ve Oktay Rıfat’la beraber bir kitap yayınlamak isterler. Kitabın ismini bir türlü bulamazken arkadaşı Cavit Yamaç “Senin şiirlerin yadırganıyor, acayip, garip duruyor. Öyle bir isim bulmalısın.” deyince kitabın adı ve yarattıkları edebiyat akımının adı Garip olarak kalıyor. İlk kitapta üç arkadaşın şiirleri beraber yayınlansa da sonraki baskılarda sadece Orhan Veli’nin şiirleri kitapta yer alıyor.


“İstanbul'da, Boğaziçi'ndeyim;

Bir fakir Orhan Veli;

Veli'nin oğlu;

Tarifsiz kederler içindeyim.”


Sanatımızda iki garip: Neşet Ertaş ve Orhan Veli. Orhan Veli öldüğünde Neşet Ertaş aynı sene annesini kaybetmiş 12 yaşında bir çocuktu. Garip, çok garip! Hemen hemen aynı yaşlarda birisi köyünü bırakır İstanbul’un yolunu tutar öbürünün kendi deyimiyle avarelik dönemi başlar. Orhan Veli bir şiirinde şöyle der:


“Mektup alır, efkarlanırım;

Rakı içer, efkarlanırım;

Yola çıkar, efkarlanırım.

Ne olacak bunun sonu, bilmem.

'Kazım’ım türküsünü söylerler,

Üsküdar’da;

Efkarlanırım.”


Bahsi geçen türküyü Neşet Ertaş da seslendirmiştir. Orhan Veli bu türküyü Neşet Ertaş’tan dinleseydi eminim üstüne bir şiir daha yazardı.


“Mezar arasında harman olur mu?

Kama yaresine aman derman olur mu?

Kamayı vuran da iman olur mu?

Kazımım aslanım aman yerde yatıyor”

bottom of page